Sabahın vurduğu ilk ışıklarla açtım gözlerimi. Her zamanki yer ve her zaman ki oda… Dertler birikmiş başıma dedim. Eskiden oysaki ne güzel bir gün diyerek uyanırdım yatağımdan. Hayat ne güzel diye dile getirirdim düşüncelerimi. Fakat şimdi farklı hayat… Yıl 1932, mevsim bahar…
Kırılan kalbim şimdi daha da kırgın bir halde duruyor. Bazen atmamasını istiyorum o yeri geldiğinde kabarttığım göğsümün altındaki bir avuç kalbin… Ama sonra değmez diyorum. Yaşa, git diye düşünüyorum. Hayat zaten uzun sayfalarca oluşturulmuş bir kitap. Her gün bir sayfaya bir şeyler yazıyorsun ve bir gün elinde sayfalar kalmıyor. Hayat skeçlerden oluşmuş bir tiyatro oyunu. Her gün skeçleri oynuyorsun ve elinde skeç kalmıyor. Böylece yaşamanın mantığı da olmuyor. Çekip gidiyorsun diyarlardan.
Gözlerimi iyice açıp doğruluyorum. Fakat hala yatağın üstündeyim. Bir bardak sütü getiriyorum yanıma ve içiyorum. Bir nebze de olsa iyi geliyor diyebilirim… Demek isterdim ancak tadı ağzımı yakıyor ve neredeyse hepsini tükürüyorum. Camın yanında olan ranzamdan dışarıya bakıyorum. Birkaç tavşan, sincap, çimen, çiçek… Çocukken ne kadar değer verirdim bunlara. Bir Hufflepuff mezunuydum. Her yıl ilkbaharda coşar yerimde duramazdım. Şimdi umurumda bile değil. Çiçekler, ağaçlar, böcekler ve tabiat ana…
Rahatlamak için parmaklarımı kırklatıyorum ve cüzi bir miktarda rahatlama hissediyorum. Her gün kesiliyormuşçasına acıyor ellerim, ayaklarım. Başım ağrıyor zaten. Onu sormaya değmez. Her gün kafamı odamın duvarlarına vuruyorum. Anlamaması için kimsenin kapımı kilitliyorum. Anlarlarsa kafamın şişliğinden anlarlar diyorum. Her gün sorsalar bile ne oldu diye geçiştiriyorum. Kavga ettim, büyü geldi falan, filan diye ama ne yapsan bile içindeki umutsuzluğa nafile…
Suratıma doğru bir su fışkırtıyorum ve sonunda kendime gelebiliyorum. Etrafıma bakınca ne kadar monoton bir hayat yaşadığımı fark ediyorum. Oysaki ben gençken ne idealisttim. İdeal dedin mi akan sular dururdu. Adaletli bir dünya istemiştim. Muggle’larla, Büyücülerin eşit olduğu bir dünya hayalleri kurmuştum. Adaletli bir bakanlık için yaptığımız eylemlerde can verenlerimiz olmuştu. Geceleri ideal diye, diye gözümüz kapalı can vermeye koşuyorduk.
Ayağa kalkıp ilk adımımı atıyorum ve neredeyse yıllardır ayaklarımı kullanmamışım gibi bir hisse kapılıyorum. Kullanmadığımı düşündüğüm ayaklarımdan, biraz tombul olan baldırlarıma kadar bir karıncalaşma hissi yaşıyorum. Gözlerimi kapatıp annemi ve babamı hayal ediyorum. Fakat ikisi de yoklar yanımda diyorum. Her tarafa eski püskü, garip alfabelerle dolu olan çeşitli renkler ile renklendirilmiş eski yazıtlarımı ve sarı saçlı, hafiften çekme gözlü, buğday tenli, sarı bir entari giymiş olan Helga Hufflepuff’ın resimlerini asan benim odamda şu an duvara yapıştırılmış birkaç zarkanatlı sinekten başka bir şey yoktu. Koluma baktığımda bir çizik gördüm ve sırıttım.
Birkaç adımı atarken başım dönüyordu. Tavana doğru baktım ve tavanda sümüklüböceklerin olduğunu gördüm. Yok, daha neler diyerek ilerledim. En son ne zaman bu kadar çok başımın döndüğünü düşündüm. Hatırladığım tek şey bir bekârlığa veda partisi olduğuydu. Yüzümü yıkamak için banyo kapısının önünde durdum. Kapıyı kendime doğru çekmeye başladım. Açılmıyordu. Kapıya tekme savurmaya başladım. Sanırım biraz sert kaçmış olacak ki ayak başparmağım inanılmaz bir acıyla irkildi.
Kapıyı incelediğimde sürgülü olduğunu anladım. Yan tarafa doğru ittirdiğimde kapının açılmış olduğunu görerek sağ elimi sol elime vurarak çak bir beşlik denilen kafa ifadesini yaptım. Musluğun başına geçtim ve suratıma baktım. Aman tanrım bu adam da kimdi diyebilmekle yetindim ve aynadaki adama yan, yan bakmaya başladım.
Muslukta elimi yüzümü yıkamaya başladım. Avucuma doldurduğum su taneciklerinin her biri bana temas ettiğinde bir hoş oluyordum. Sanırım bu el yüz yıkama beni tatmin etmemişti. Neden tatmin edecekse? Avucuma birazcık sıvı sabun alarak yüzüme sürdüm ve yüzümü yıkamaya başladım. Görebildiğim tek şey lavaboydu ve yüzümden çıkan sular simsiyahtı. Bu kadar kirlenmiş olamam diye bir iç geçirdim. Fakat sanırsam 2 aydır banyo yapmıyordum. Saçlarıma bir el süreyim dedim ve kazık gibi olduklarını fark ettim. Zamk gibi birbirlerine yapışmışlardı.
Bu durumdan kurtulmak için küvete doğru yöneldim. Bir küvete, bir kendime baktım ve küvete oturdum. Suyun sıcaklığını ayarlamadan baştan aşağı döktüm ve sanırsam bir şeyi unutmuştum. Küvetin içindeydim ve giysilerimi çıkarmamıştım. Yanda bir şey gördüm ve kafama boşalttım. Amma kötü bir şampuan diye iç geçirdim. Fakat şampuan kutusunu elime aldığımda üzerinde Bulaşık Deterjanı yazdığını gördüm. Suyu son derecede açarak kendimi temizlemeye çalıştım. Öyle ki bir asa hareketiyle musluğu kırarak çıkan tüm suyun kendi üstüme dökülmesini sağladım.
Sırılsıklam olmuştum. Sucuk gibi ıslanan ben şimdi banyodan çıkıp yatak odasına doğru yöneldim. Yatağa baktığımda kaç yaşında olduğumu hatırlamaya çalıştım. 30 değil, 31 hayır o da değil, 32 yok canım daha neler, 33 filan da değil. Heh hatırladım diyerek 34 yaşımda olduğumu buldum. Fakat sanırsam bu evdeki bu yatakta hiç kimseyle evlenerek uyumamıştım. Belki birileriyle yatmıştım fakat bu sıcak bir aile ortamı yaratmamış aksine bir anlık bir şehvet, zevk tutkusuna gelmişti.
Yatak odasından çıktım ve evin en güzel yanına geldim. Mutfağa. Salonda zarkanatlı sinekler ve sümüklüböcekler vardı. Banyoda musluk kırıktı ve aralıksız su akıyordu. Yatak odasındaki yatağın birkaç yayını yerinden sökmüştüm. Bu mutfak ne kadarda güzelmiş diyerek iki üç yere Bombarda büyüsü yolladım. Gülümseyerek şimdi daha güzel dercesine bir bakış attım.
Evden çıkış kapısının önüne geldim. Kapım tahtadan oyma, çiçeklerle süslü bir kapıydı. Salona gittim ve oradan bir kehanet küresini alarak kapıya fırlattım. Kehanet küresinde görebildiğim tek şey olan sis kırılan kürenin içinden çıkarak havaya karıştı. Bende çiçekleri ağzımla ısırarak tükürmeye başladım. Kapıya okkalı bir tekmeyi yerleştirdim. Yüzümü yıkadıktan sonra aynaya bakmamıştım. Burnuma dokundum ve aşağıya indim bir bıyık. Hadi oradan diye akıl geçirdim. Fakat gerçekti bıyığım vardı. Hayatta en nefret ettiğim şey bıyıktı. Onları elimle yolmaya başladım.
Bıyıklarımı yolarken arazideydim. Çiçekleri görmeye dayanamamış olsam gerek ki başka bir yere cisimlendim. Burası bir Muggle sokağıydı ve hepsi bana deli gözüyle bakıyordu. Koşmaya başladım ve o deli ara sokaktan kurtuldum. Burası meydan gibi bir yerdi ve deniz hemen karşısındaydı. O sırada bir ses duydum. Sol taraftan geliyordu. Soluma baktım. Tekerlekleri olan bir araç geliyordu. Garip bir ses geldi ve son gördüğüm bu aracın arkasından gelen bir izdi Biri yolu boydan boya yakmış gibiydi. Bir anda herkesin başıma üşüştüğünü duydum. Gözlerimi açamıyor sadece duruyordum. O sırada mavi-kırmızı ışıklar bir yanar bir söner şekilde geliyordu ve siren sesleri duyuluyordu. Bir anda kendimi havada hissettim ve bir şeyle taşınıyormuşum gibi bir hal oldu. O sırada ağzımı bir şey ile kapattılar. Daha rahat nefes alabiliyordum…